18 Şubat 2010 Perşembe

Selim Sesler ve Yanlış Anlama ve Anektodlar




Rennes'de geçirmiş olduğum 6 ay içinde 2,5 kere konsere gitme fırsatı yakaladım. 2'yi anlayıp 0,5 de neyin nesi demenizi yadırgamıyorum. O yüzden çok kısa bir şekilde önce 1,5'lik kısmı, sonra da 2,5'e tamamlayan Seslim Sesler konserini sizlere aktarmaya çalışacağım.

Önce 0,5'lik konsere gittim aslında. Buraya beraber geldiğimiz arkadaşım Gözde ile hiçbir sosyal aktiviteye katılmamaktan yakınıyorduk. Yurdun sekreterliğinde öğrenciler için alınmış ve bizlere bedava dağıtılan Ouest France gazetesini aldım. Buraya özgü bir gazete. Yerel yani. O yüzden buradaki etkinlikleri de içeren sayfaları var. Ordan tahminimce amatör bir grubun konserini buldum. Anatole France denilen, oturduğum yere yakın bir yerde bir barda çalacaklarmış. Giriş ücreti de 3 euro gibi yük olmayacak bir fiyat olduğu için gitmeye karar verdik. Beğenmezsek çıkardık ki paramıza da yazık olmazdı hem. Yola koyulup gittik ve konserin amatör konserden daha çok bir aile-arkadaş toplantısı konseri olduğunu, içeride 20'yi geçemeyecek sayıda insan olduğunu ve tek “yabancı”ların biz olduğunu gördük. Yine de müzik fena değildi, bazen gürültülüydü lakin. Konser bizim için fiyasko sayılmazdı. Zira o geceye damgasını vuran konser, bar ya da grup değildi. Barın içinde zar zor ne olduğunu anladığımız ve anladıktan sonra bir türlü görmekten kurtulamadığımız afişti!

İşte 0,5'lik konserim böyle geçti. Sırada tam 1 var.

Transmusical...

Rennes'de çok fazla öğrenci olduğunu duyduğunuzu sanmıyorum ama sizi ben bilgilendireyim, burası tam anlamıyla öğrenci şehri. Şehir küçük, öğrenci çok. Dolayısıyla çok fazla genç nüfusa sahip. Bu nedenle, Rennes Belediyesi de boş durmuyor ve çok güzel, gençlere yönelik festivaller düzenlenmesine olanak veriyor ve destekliyor. Etkinliklerin ne gibi etkisi olabilir diyebilirsiniz pek tabii. Ona da şöyle yaklaşalım: Okulların açıldığı ya da Transmusical gibi büyük festivallerin olduğu zamanlarda günlük ulaşım bileti ücretini 3,5 eurodan 2,5 euroya indiriyorlar. Ki bu bence, normalde bir belediyenin rant sağlamak için fiyatları artırması gereken bir mevsim. Ancak burda işleyiş tam tersi ve tabii ki bizim hayrımıza!

Nerede kalmıştık? Transmusical. Transmusical'e buradaki arkadaşım Maria ile gitmeyi kafaya koymuştuk. O biletini benden önce almıştı hatta. Evet, gelelim konuya. Gün geldi çattı, 2 Aralık Perşembe akşamı oldu. Ben konsere Maria ile gitmesem de orada buluşacaktık, o diğer Almanlarla ben de arkadaşım ile birlikteydim. Bu arada tabii biz de The Whitest Boy Alive dinleyeceğiz diye gayet neşeliyiz. Burada bir parantez açmak isterim: Bu festival, yani Transmusical, amatör grupların amatörlükten çıkıp ünlenmesi için bir fırsat imiş. Bu festivale katılabilen gruplar daha sonra daha kolay albüm yapıp daha büyük kitlelere hitap edebiliyorlarmış. Bu yüzden, kaliteli gruplar geliyor, çünkü bir elemeden geçiyorlar. Devam edecek olursak, bir not daha eklemeyi isterim ben biraz yavaş bir insanım. Daha doğrusu ben bunu tam anlamıyla kabul etmesem de çevremde bulunan tüm insanlar ağır-yavaş hareket ettiğimi savunurlar. Bu kadar insan aynı fikirde uzlaşmışsa artık benim de söyleyecek bir sözüm kalmıyor diyerek festivale geç kaldığımı bildirmek isterim. Ancak ben nereden bilebilirdim ki ana grup ilk grup olarak sahneye çıksın! Dolayısıyla, ben The Whitest Boy Alive'ı kaçırmış oldum (arkadaşım da dolayısıyla). Diğer gruplardan bir tanesinin solistinin sesi Amy Winehouse'u andırıyordu. Diğer grup, siyah giyinmiş siyah adamlardan oluşan eğlenceli, orkestrası iyi, müzikleri dinamik bir gruptu. İçlerinden en çok onları sevdim. En son çıkan grup ise 6 kızdan oluşan, sanırım Doğu Avrupa dillerinden hangisi olduğunu çıkaramadığım bir dilde hüzünlü türküler söyleyen- ağıt da diyebiliriz- ve arada da ingilizce söyleyen ama çok kötü dans eden ve çok kötü kostümler seçmiş bir gruptu. Transmusical benim için koltukta uyuklamaya başladığım an bitti, eve döndük.

Gelelim bu yazının asıl konusuna, Selim Sesler'e...

Selim Sesler afişlerini yazın Beyoğlu'nda özellikle de Tünel tarafında görürdüm. Kimdir kimdir diye sorardım da kendime bir türlü kimseye danışmak aklıma gelmezdi. Kader, bu sefer de Rennes'de çıkarttı Selim Sesler'i karşıma. Neden diyeceksiniz?

Malumunuz efendim, Fransa'da bu sene Türkiye yılı. Çeşitli konferanslar, konserler, sergiler, paneller, vs düzenleniyor. Rennes'de de her sene farklı bir şehrin tanıtım haftası yapılırmış. Bu sene de İstanbul'u seçmişler. Sanırım, Fransa'da Türkiye yılı olması nedeniyle. 9 – 16 Şubat arası Travelling Istanbul haftası idi. Film festivali, konferanslar ve konserler bu kapsamda gösterildi. Bir kaçına katılma şansı yakaladım. Gayet başarılıydılar. Selim Sesler konseri de kapanış günü programının farklı alternatiflerinden biriydi. Alman arkadaşım Maria ile gitmeye karar verdik.

Selim Sesler ismini gördüğümde hep bir insanın ismi olduğunu düşünüyordum. Konser başlayana kadar da aynı şeyi düşünüyordum zaten. Konser 40-45 dakika gecikme ile başladı. Programda 20h diye yazıyordu. 4 tane genç sahneye çıktı. Bu kısım çok önemli, bir tanesi ud çalıyordu. İçlerinde klarnet çalan iki şarkı arasında grup elemanlarının isimlerini anons etti ve teşekkürlerini iletti seyircilere. Ben de içimden “vay be, ne de güzel Fransızca konuşuyor!” dedim. İşin garip tarafı, hepsinin ismi yabancıydı. Biraz kuşkulanmaya başlamıştım. Sonra aklıma dahiyane bir fikir geldi: “Tabii ya, bu gençler İstanbul'u görünce kendi ülkelerine dönmeyip, İstanbul'da kalmayı tercih eden müzisyen gençler! Hem de Türk ezgileriyle çalıyorlar. Hepsi farklı milletten olsa bunların, aralarında türkçe konuşmaları da normal. Bu yüzden de gruplarının adı 'Selim Sesler'. Mature Voices gibi. Vay be!” İşte ironiyi yakalamıştım. İçimden bir ses her ne kadar umduğum Selim Seler tipiyle bulduğum Selim Sesler tipinin farklılığı hakkında sürekli bir şeyler söylese de, o anlık onların Selim Sesler olduğuna çok inanmıştım. Aslında ben biraz göbekli, daha Roman tipli bir amca bekliyordum.

Birkaç dakika sonra son şarkılarını çalacaklarını söylediklerinde yine bir kuşku duydum. Konser bu kadar çabuk biter miydi? O anda, içimden fısıldayan ses daha da yükseldi. Maria'ya "bunlar Selim Sesler değil, değil mi?" diye sordum. Şundaki komikliğe bakın, Alman kız da benim yanılgıma düşmüş ilk başta ama, bunlar olmamalı, dedi. Sonra işte kafamdaki Selim Sesler tipi geldi sahneye. 4 kişilik bir ekip. Darbuka- perküsyon, kanun, keman ve klarnet. Gayet eğlenceli bir akşamdı. Sahneye bir ara şarkı söylemek için bir hanım kızı davet etti Selim Sesler. Evet, Selim Sesler, aslında benim ilk düşündüğüm gibi bir insanmış. Yanlış anlamanın tam anlamıyla sonradan dibine vurmuşum. Yine de güzel bir gece geçirdim. Şarkılar daha çok hüzünlü türkülerden oluşuyordu o yüzden daha eğlenceli olan enstrümental kısımlarını sevsem de konserin, bütün olarak baktığımda başarılıydı diyorum.

Eğer siz de afişlerini görüyor ve benim gibi ne olduğu hakkında düşünüp ama kimseye bir şey sormuyorsanız, yine de Selim Sesler'i kendi başınıza keşfetmenizi tavsiye ederim. Eğlenceli roman havalarını seviyorsanız güzel bir akşam geçirebilirsiniz.

Yazıyı okuduktan sonra beni sempati ile karşılayıp, arkamdan salak, gerizekalı ve benzeri kelimeler söylemezseniz sevinirim.

Saygı ve sevgilerimle.

Esra