19 Mart 2009 Perşembe

Pazar günü lanetini bertaraf etme girişimleri NO:1


UYARI: “Bu yazı müzikle ilgili değil,” diyenler Sakallis ile iletişim kursunlar.

Pazar günlerini sevmek için neredeyse hiçbir neden yoktur. Günler hepinizin bildiği gibi ardılları olan güne göre değer kazanırlar. Pazar, Pazartesi lanetinin soluğunu ensesinde hisseden gariban ve çoğunlukla sevilmeyen bir gündür. Hele çocukluğunuzu gözlerinizin önüne getirin şöyle bir; Sabah yapılan kendince şatafatlı kahvaltı, akşam üstü nereye gitsek telaşı, radyoda maç sonuçları, annenin bitmeyen “ödevini yaptın mı, ne zaman yıkanacaksın?” sorgusu ve akşam 8’de TRT1’de, Türkiye’nin ekranında Bizimkiler’in unutulmaz müziği: dıı dırıt dırı dııı – dıı dı dırı nıııı...

Pek hazzetmediğim Tezer Özlü’nün, Çocukluğun Soğuk Geceleri’nde gevelediği, metnin en iyi yerlerinden biridir yukarda verdiğim genel Pazar laneti tanımı varyeteleri. Pazar gününü olabilecek en soğuk şekilde anlatır Tezer Özlü, ama fazla bir çaba harcamasına da gerek yoktur aslında, zira rezil Pazar gününe dair zihnimizde o kadar çok kişisel tortu bulunmaktadır ki hali hazırda, ekstra bir çabaya gerek olmadan eksikleri tamamlar, fazlalıkları törpüler ve kendi lanet olası Pazar günümüzü zihnimizde kısa bir süre içinde, hatta kimi zaman yazardan bile daha iyi bir şekilde inşa ederiz.

Pazar günü lanet bir gün, şu ana kadar bunda hem fikiriz. Ama lanet Pazar gününün lanetliğini distile ederek daha rafine, daha katlanılabilir bir Pazar günü nasıl elde edebiliriz? Bu sorunun cevabı somurtmuş suratlarımızla Pazar gününü sabahtan akşama kat ederken bize çok yardımcı olabilir.

Ne yapabiliriz devasa Pazar gününden kurtulmak için? Günün boşluğu, kendine has salaşlığı içinde başımızı ağrıtacak düşüncelere, duygulara, hatıralara gark olmadan nasıl fazla hasar almadan 00.00’da Pazartesi’ye ulaşabiliriz?

Birkaç kalemden oluşan bir ekipmana ihtiyacımız olduğu kesin. Alet çantamızı doldurmanın vaktidir:

(1) Rahatça uzanabileceğimiz bir koltuk.
(2) Bir kitap.
(3) Bir MP3 player.

Bence bunlar Pazar gününün lanetinden kurtulma kitinde yer alması gereken 3 temel araçtır. Kitap, kutsal bir metne, koltuk zırha ve MP3 player’daki her bir parça ise karşılaştığı vapirlerin kalplerine kazık saplamak için bir saniye bile tereddüt etmeyen vampir avcısı Helsing’in en önemli silahına tekabül etmektedir.

Doldurduğumuz alet çantamızın içindekileri sırasıyla teker teker deşifre edelim. Onları basit birer tanım olmaktan kurtaralım. İzninizle:

(1) Rahatça uzanabileceğimiz bir koltuk.

Valla bu koltuk bence hava kapalıysa –ki evet, bakıyorum şu an ve kapalı- perdeler açılmalı ve de koltuğun jeopolitik konumu değiştirilerek pencereye olabildiğince yaklaştırılmalı. Böylelikle kitaptan ara ara gözlerinizi ayırdığınızda kesinlikle tepenize dikilen koyu renkli ve güzelliğini bu koyu renkten alan gökkubbeye dikebilesiniz.

(2) Bir kitap.

Da hangi kitap? Kitap dediğin zorlu olmalı, böyle çetrefilli bir şey! Çetrefilli ama çeviri olmayan bir şey. Yani çeviri de olabilir ama ben Pazar günü için, akşam yemeğine kadar Türkçe yazılmış bir çetrefilli kitabı aperatif olarak almak, sonra da yemek yiyememek istiyorum. O nedenle Vüs’at O. Bener’in Buzul Çağının Virüsü benim için bir yeniden okuma olduğu halde tek tabanca. Alternatifi yok, tabii benim için.

(3) Bir MP3 player.

Ünlü Alman filozof ve kasap Hegel’in de, “Dicht zuffen morchein playerzeit ficht Mpdray playerinch” [1] başlıklı makalesinde belirttiği üzere: “Minton marka dahi olsa bir MP3 player hayat kurtarır. Önemli olan tek şey play tuşuna bastığınızda ileriyi gösteren okun ruhunuzun önünü kesen karaltıları yarıp dağıtarak açabilmesidir.” Şahsen ben tırışkadan olma, Minton’dan doğma Mp3 player’ımla çok mutluyum. Zaten keramet onda değil, onun muhteviyatının ne olduğunda! Fazla uzun olmayan bir liste benimkisi. Özellikle spesifik bir liste yaptım. İki adet ve birbiriyle antagonist çalışan albümler tercih ettim. Müzik türlerinin de, haleti ruhiyelerinin de hiçbir alakası yok. Evrenin sağına soluna dağılan milyarlarca ses dalgası arasında yer alan ve muhtemelen uzay boşluğunda dahi karşılaşmayan notalardan oluşan iki albüm!

a- Van Morrison’dan tüm sevenler için: Astral Weeks.

b- E.S.T’den, bu kez de düşünmekten hipotalamusu zedelenenlere: Seven Days Of Falling .

[Şimdi sıra kulağınızda. Albümleri arka arkaya, parça sırasını bozmadan çalınız. Yukarda gördüğünüz sadeleşme işlemi gerçekleşecektir listenin sonuna vardığınızda.]

Bir hafta yedi gündür. Öyle öğrettiler bize. Tamam işte, Pazar gününün gidişatı belli ediyor ki bu hafta hayır etmeyeceğim. Belki siz de etmeyeceksiniz. O vakit, Astral Week sonucunda yer yüzüne er geç ineceksiniz. Üstelik öyle rahat bir iniş olamayacak yaptığınız. Ya da yapmaya mecbur bırakıldığınız mı demeliydim? İniş değil, düşüş olacak. Eh, makalende belirttiğin ontolojik ve diyalektik ilkelere uyan benimkinden ala bir play list mi olur Hegel? Makalede ne dediysen yaptım açıkçası. Yaptım, yaptım da ortada küvet dışında potansiyel hiçbir su birikintisi yokken, ki küveti doldurmadığım da düşünülürse, ben neden 90 küsür dakika ve 217 sayfa sonunda skuba diving yapıyorum, biri bana açıklasın?

Not:

[1] W.F.G.H Hegel, Dicht zuffen morchein playerzeit ficht Mpdrai playerinch, Hamburger SV Verlag, Hamburger 1910, s.234-266.

5 yorum:

Ufuk Akbal dedi ki...

rafine, ustalıkla örülmüş bir yazı. göndermeler, kurgulamalar ve müzik aşkına taşıyan patikaların ruhunun sinmesiyle, kaymaklı ekmek kadayıfı olmuş.

devamı dileği ile..

NKB dedi ki...

Çok teşekkürler...

ttku dedi ki...

ben en cok mla style referansi sevdim. sonra da cocuklugun soguk geceleri'nde surekli tekrarlanan orta yeri cukur yatagi hatirladigima sasirdim. okuyali bir yedi yil gecmis olmali. pazar skintisi ise baki.

NKB dedi ki...

Teşekkür mü etmeli, ne demeli ki?

ttku dedi ki...

daha cok yazmali bence.