7 Nisan 2009 Salı

Taksiler neden siyah giyer?


6 Nisan

Sabah uyandığımda aslında akşam olduğunu fark ettim. Saat çoktan 1600 pm olmuştu bile. Akşamdan kalmak güzel bir şeydi. Hala bir yarım geceki konserde takılıyordu kafasına göre.  Ama şimdi kahvaltı falan yapmak gerekir diye düşüncelerle boğuşmak zorundaydım, zaten bu düşüncemi de kendimi sokağa atmam takip edeceği için, çıkınca bir şeyler tıkınırım şıkkıyla kendimi avuttum. Bir şeyler yemem lazımdı ama buralarda simitçi de bulunmazdı ki. Boş verdim yemeği, müzikti ruhun gıdası ve pek tabii sigara, evet! 

Sakallis’in sadece turne için bana verdiği Goerge Best tişörtünü üzerime geçirdim. Pantolon dünkü pantolondu. Kıytırık montumun içine sokuşturdum kendimi. Kuzgun Leşe’nin South West hava yollarından ayarladığı Bristol-Manchester uçak biletime baktım. 6’da kalkıyordu uçağım, acele etmem lazımdı. 1 saat içinde, yani saat 7’de Manchester’da olacaktım. İçimde hafif bir telaş vardı, ama otelden ayrılırken telaş sandığım şeyin karnımın gurultusu olduğunu anladım.

Ne geceydi ama dünkü, diye düşündüm. Kalemim ve artık bitmek üzere olan Moleskine defterim çantamda bıraktığım yerde mi diye kontrol ettim. The Croft’taki konser çok sıkı geçmişti. Gerçi yalnız da çekilmiyordu hani ya, neyse. Yine de güzeldi. Yine bir taksi ve havaalanı döngüsü içinde buldum kendimi. Bu kez taksi şoförü susmak bilmiyordu. Muhabbet Goerge Best’ten açıldı kaçınılmaz olarak.

Richard’la, Goerge Best’in çalım atarken ayakkabısının çıktığı maçtan söz ettik bir süre. Trafik sıkıştıkça Richard azıtıyordu. Birden lafı Best’in sadece bir maç oynadığı 1983 yılındaki Brisbane Lions günlerine getirdi. Bu konuda hiçbir malumatım yoktu, salak salak dinliyordum Richard’ı. Tek maç, sıfır pozisyon, sıfır asist, sıfır sıfırlık skor. Ne vardı ki bu kadar konuşacak?

Brisbane Lions da her şey gibi yıllar içinde değişmişti... Bu Avustralyalı takımla Best’in ne alakası vardı? 2005 yılında tekrar kurulan, adı değişen bu takım hakkında hüzünlü cümleler kuruyordu Richard. Best’in İrlandalı Tobermore United ile çıktığı son maçtansa sondan bir önceki maçı Richard’ı daha çok ilgilendiriyordu. Ben camdan sokakları seyretmekte karar kıldım. Richard konuşuyor, konuşuyordu. Tam o sırada Peter Greenaway’i neden sevdiğimi anımsadım ve İris Murdoch’ı neden merak ettiğimi, biranın neden hep bana iyi geldiğini de. Gece bira içecektim bu kez. Bu ada sevdiğim her şeyi bünyesinde barındıran büyülü bir yerdi. Fakat Richard manyak bir kırmızı şeytanlar taraftarıydı ve ben Sir Alex Ferguson’dan nefret ediyordum. Yemedi tabii İngiltere’de Sir Ferguson’a laf etmek. Ben de sustum. Kafamı salladım, ya ya sorma gibisinden laflar ettim. Ama içimden bir ses de “Sizi nasıl elemiştik ama sahanızdaki 3-3’lük gollü beraberlik sayesinde” demiyor değildi hani. Tahmininiz doğru, demedim. Manasız gülümsememin nedenini sorgulayamayacak kadar arabasını kullanmakla meşguldü Richard. Hava dünkünden farksızdı. Yine yağmur, yine kediler köpekler. 

İngiltere’de bana ters gelen tek şey sadece trafiğin akış yönü değildi. Durgun ve kendinden emin insanları sokaklar boyunca gördükçe bu adayı daha fazla sevmeye başladığımı fark ettim. Tıpkı bir kadına bağlanmaktan korktuğum gibi korktum bu kentten, gideceğim kentten ve suyun üzerinde mağrur biçimde salınan adadan. 

The Croft’taki konser gerçekten inanılmazdı. İlk albümlerini tamamen çalmaları zor olmadı. 3 adet şarkı barındıran dev albümlerini binlerce kez dinlemiş biri olarak kendimden geçmem için koşullar olgunlaşmıştı. Votka+TPSQ+karanlık bir ortam. Her şey gerçekten harikaydı. Yeni albümlerinden birkaç şarkı çalmaya başladıklarını fark ettiğimde, ense köküme 4 grostonluk bir transatlantik demirlemişti. Demek ki İngiltere’de de alkol şişede durduğu gibi durmak niyetinde değildi. Bu kural, yerçekimi gibi yerkürenin her köşesinde hiç şaşmadan işleyen bir kuraldı. Geminin yüklerini, konser ilerledikçe bir dert limanına dönüşen bendenizin üzerine yığmasına izin verdim. Natilüs’e binip derinliklerin keyfini çıkardım. Birden kaptan Nemo’dan okkalı bir azar yedim! “Ne yapıyordum be birader yolun ortasında?” Dünyanın diğer ucundaki Coen’lere selam çakıp duruldum. Bir garsona çarpmıştım şarkıların olmayan sözlerini The Croft’un orta yerinde yazıp, o dev boşlukları doldurmaya çalışırken.

Havaalanı demek kapanacak telefonlarını son ana kadar olabilecek en verimli şekilde kullanmak isteyen insanlar, dizüstü bilgisayarlarında başyapıtlarını tamamlayan takım elbiseliler, frişoplardan alkol toparlayan saygı duyulası insanlar demekti. 6 Nisan yazımı tamamladıktan sonra ciddi editörlerim Sakallis ve Kuzgun Leşe’ye yazımı mailladım. Sakallis “Lan hani konser detayları”, Kuzgun Leşe “Başlıcam senin tribal ruh hallerine” diyecekti, biliyordum ama ben mutluydum, zira Manchester’a gidiyordum ve bilmiyorum, The Pirate Ship Quintet’i seviyor muydu ama, George da, o sihirbaz 10 numara da benimle geliyordu. İstikbal göklerdeydi. Sıra ise Dry Bar'da ve korsan gemisine binmekte.


1 yorum:

Sakallis dedi ki...

The Best tişörtüme iyi bak turne adamı =)