1 Mayıs 2009 Cuma

Yavaşlık




“Milan Kundera kusuruma bakmasın, kendisinin bir kitabının adını alınlık diye tepeme diktim. Lakin o kadar uzun zaman oluyor ki buraya yazmayalı, neredeyse bir ay. Bir şeyler demek gerekiyor artık. O kadar uzun ara verdim ki, sanki binlerce ışık yılı geride kaldı her şey. Biraz daha yazmasaydım Sakallis’in peşime tankla düşmesine, Kuzgun’un beni elleriyle söktüğü kaldırım taşlarıyla kovalamasına pek bir şey kalmamıştı.” Böyle yazmışım TPSQ turnesinin son birkaç gününü takip etmekten vazgeçtikten sonra. Ağzımda yine muhtemelen dandik bir sigara vardı o an, hatırlamıyorum şimdi, ama o sırada benim için esas şey müzik değildi, bunu çok iyi anımsayabiliyorum. Radyokafa ve deniz manzarasından başka bir şey kalmamıştı benim için elimde kıytırık tükenmezim, çirkin el yazımla moleskin sarısını ezip dururken. 

Sonra cep telefonuma bir mesaj geldi: “Lan nerdesin?” Mesaj gayet netti, fakat benim idrak yollarımda ciddi bir tıkanıklık vardı. En sevmediğim şeyi yaptım; cevap vermedim mesaja. Kaldırımda oturmanın tadını çıkardım. Bir konserin kapısından dönüşümü, bir başka konsere gitme ihtimalimi falan düşündüm. Tükenenlerle ihtimaller arasında gidip gelmenin salakça olduğunda karar kıldım. 

Konserler hakkında garip bir duygu içimde irileştikçe irileşmiştir yıllardır: ben ne zaman bir konsere girsem ve o konser benim için ne kadar önemli olursa olsun, konser devam ederken konser bitsin diye beklerim aslında gizlice. İçimden sayarım, playlist tahmin etmece oynarım olduğum yerde, kalabalığın orta yerinde. Bu huy bana sanırım bir şeyleri tasarlamanın verdiği hazzın hep o şeyi gerçekleştirmekten daha fazla keyif vermesinin bir uzantısı, başka bir şey değil.

O anda, o kaldırım da bana aynı şeyleri hissettiriyordu. Olmayan bir kaldırımda oturmayı arzu etmiştim, önce kaldırımı döşedim, sonra üzerine kendimi serdim ve sonuçta yaptığım şeyi yapmak dışında bana keyif veren tek şey yoktu ortada. Kaldırım taşlarını söktüm teker teker, barların geceden masalara sırt kısımlarından yaslanan saçma sapan sandalyelerini savurdum sağa sola. Yürümekte olduğum asfalt tek bir kurşun kalem hamlemle dağıldı. Arabalar Kızıl denizi taklit ediyordu sanki; ben üzerilerine gittikçe benden kaçıp rengarenk metal denizini ortadan ikiye ayırıyorlardı. Korna sesleri korkunç çığlıklarla karışıyor, kulaklarım duymaz oluyordu.

Bir mesaj daha geldi o sırada. Muhteviyatında hiçbir şey yoktu bu mesajın. Sadece boşluk, 160 karakter. Birisinin kıçıyla sandalye arasına sıkışıp kalmış olan ismim can havliyle telefonun rehberinden kendisini kurtarıp benden yardım istiyordu. Namım kendimden uzakta yardıma muhtaçtı ben sahte peygambercilik oynarken.

Zamanı durdum, listenin başına geçtim tekrardan. Kayıp bilim, bilmediğim bir dilden bilmediğim kelimeler topluluğu ve uzaktan belli belirsiz yelkenleri görünen korsan gemisi. İhtiyaç duyacağımız tek şey buydu bir TPSQ konseri için. Bunca para boşa gitti, kendimi uzak diyarlarda saçma sapan buhranlara boşuna sürüklemişim, diye düşünürken, kalabalığa, etraftaki dükkanlara, asfalta ve onu ezen araçlara tekrar hükmedebildiğimi fark ettim. 

Bir şeyi yapmadan evvel tasarlamak fena halde keyif veriyordu bana. Sadece alttaki linke tıkla, dosyayı indir. Hayretle albüm kapağına bak, şarkıları sırasıyla ya da sırasını bozarak dinle, tekrar dinle, tekrar ve tekrar. Söylemesi bile güzel. Ama aklında bulunsun, olmayan kaldırımlarda oturup düşlere dalma, yorulursun. En güzel şey tek kelimenin “karnında saklı” aslında: Yavaşlık. Bitirme, tasarla sadece ve tadını çıkar. Yavaşça.


Siz de homurdanın

2 yorum:

naksinigar dedi ki...

milan kundera bence kusura baksın. bakmalı. yavaşlık diye kitap yazmış adam, içinde yavaşlık yok. ayıptır. ya da çevirmenin suçu mudur ki bu? o zaman onun yaptığı daha da ayıptır.

dilök dedi ki...

o şarkıları tekrar tekrar dinlemen yavaşlık etkisi yaratıyor o zaman, "bitmiyormuş-yanılsaması" ile ilerlemiyormuş etkisi ve sakinlik. hoşmuş.