4 Ağustos 2009 Salı

I live among the creatures of the night!




Kenan Evren'in cehenneme yaklaştığı şu günlerde insanın 80'leri anmaması olmaz. Bu on yıl, tartışmasız Türkiye tarihinin en büyük kırılma süreci olmuştur. Kırılma kelimesi ifade etmekte sıkıntı çeker hatta çoğu zaman, başka bir kelimeye ihtiyaç duyarız. Yarık gibi, yarılma gibi. Hakikaten de öyledir: bir toplumun bütün pratiklerinin, düşünüş biçimlerinin, hayata bakış açılarının ve korkularının tek kelimeyle dumura uğratıldığı bir darbeden sonra dönüşen hayatlar... Ne dense eksik kalır, hiç bir analiz bu yarığın etkisinin bilgisine erişemez.

Ancak 80'ler ve bir dönüm noktası olarak 1980 tarihi yalnızca Türkiye için değil, bütün dünya için böylesi bir anlam taşır. Belki bizdekinden az, belki çok; ama dünyanın -Foucault'nun deyişiyle- "episteme"si 80'le birlikte başkalaşmamışsa, buna bir milad olarak başka bir tarih bulmak çok güç olur. 80'lerin getirdiği en temel şey insanları yürüdükleri sokaklardan püskürtüp güvenli yerlere sokmak, onlara her an korku malzemesi olarak sunulacak yeni aygıtlar yaratmak ve onların artık başka türlü düşünüp hareket etmeleri, bunu da daha iyi bir tebaa olmaları için zorlanmalarıyla özetlenebilir, benim gözümde. Biraz da bu son dediğim yüzünden muhafazakarlığın neo-liberalizmle birlikte bütün dünyayı salladığı, İngiltere'deki meşhur Thatcherizm, Amerika'daki Reagan'la cisimleşen politikalar ve bütün Avrupa'nın sistem karşıtı politik hareketlilikten içe dönüklüğe ve nihilizme kaydığı bir 10 yıldır bahsettiğimiz.

Ancak, dedim ya, o kadar çok şey değiştirmiştir ki bu 10 yıl, bunu "muhafazakarlık" etiketiyle adlandırmak bana biraz kolaycılık gibi gelir. Muhafazakarlık, politik yelpazenin bir parçası olarak anlam kaybına uğrar böylelikle. Halbuki 80'lerle yaşanan şey bir devrim olmasa da, baş döndürücü bir reformist hareket değil midir? İşbu halde özellikle "Iron Lady", neo-victorian Margaret Thatcher'a havale edilen cinsel özgürlük hareketleri de bu reformizmle birlikte 90'ların ortalarına kadar yeraltına çekilmiştir. Reformizm işin bu kısmında zaten. Mecbur kalınan çekilme, beraberinde yeni taktikleri getirir. Ne iktidarın cinsel özgürlüğü 60'lar ve 70'ler boyunca sürdürme isteğinde, ne de genç kitlelerin istediklerini almaları konusunda bir değişim olmamıştır. Olan şey, yöntemlerin değişmesidir. Baş döndürücü ne varsa, 80'ler boyunca ve sonrasında, bu reformizmden kaynağını alır ve hayatta kalır.

Bu yüzden cinsel arzunun doğrudan ifadelendirilmesiyle ilgili her türlü söylem ya yeraltına girmiş (örneğin pornografi sıfatıyla yaygınlaşmış, buna mukabil üstü siyah kaplarla kaplanmış) ya da söylem şifrelenerek ve arzular simgeselleşerek varlığını sürdürmüştür. Bugün yalnızca cinsellikle ilgili "özgürleşme" hareketleri için değil, bütün iktidar-karşıtı hareketlerde '80 öncesine dair çok sık rastlanan muhalif nüveyi 80'lerin o ezip geçmiş temizlik ve yarma harekatına rağmen görebiliyorsak eğer, bunun için bu 10 yıldaki geri-çekilmede yaşanan her türlü taktiksel hamleyi kutsamak gerekir.

80'lerin "havasını" en iyi özetleyen ve bunu neredeyse tek başına yapabilen, Laura Branigan'dan bildiğimiz Self-Control, bu açıdan bakarsak bence çok iyi bir "sample"dır bizim için. Yalnızca müziği ve sözleriyle değil, videosuyla da bunu gerçekleştirir zaten. İtalyan bir kızın ağzından dinleriz bu şarkıyı, New York'ta geçer klip ve parça da İngilizcedir. 80'lerle birlikte darmadağın olmuş bir "gençliğin" bir araya gelişi vardır en başta. Müzik 80'ler için tipik bir soundu barındırır ancak tipik olmasının nedenlerinden biri "otantik" oluşudur: 1984 çıkışlı bir parçadır zira bu ve ardıllarını etkilemiştir. Sözler "geceye övgü" - "gündüze aldırış etmeme" temalı bilindik bir yeraltı edebiyatı hilesiyle açılır. 80'lerin o bahsettiğimiz iktidar anlayışının insana sürekli "bir şeylere karşı tetikte olması" yönünde verdiği vaaza aldırış etmeden, geceye övgü "no control" ile ve hemen ardından "self-control"ün arzulanan kişiye emanet edilmesiyle daha da yüceltilir.

Gecenin içerisindeki yaratıklar, klipte de görüleceği gibi, arzularını kamçılayan, saçlarını ve bedenini okşayan, klipteki ürkek kadını aslında arzuladığı kişiye hazırlayan hayali varlıklardan başka bir şey değildir. Bu 80'ler öncesinde şifrelenmeye gerek görülmeyen bir ifade iken, 80'lerin bunu nasıl bir anlatıma çektiği burada çok rahat görülmektedir. Ve işin bir başka kısmı: Şarkıcı bu sözleri söylerken yani "I, I live among the creatures of the night!" derken, nakarata da başlamış olur. Nakarat bir parçanın en can alıcı kısmıdır, en çok hatırlananıdır. Herhangi bir nakarat, aslında bir propaganda malzemesidir. 80'lerin Thatcherizm karşıtı propagandası da işte böyle mecazlarla yüklüdür.

Negri, İmparatorluk'ta Jerry Rubin'den alıntılar: "Yeni Sol Elvis'in kıvrak kalçasından doğdu." İşte onu, yeraltına gitmesine rağmen yaşatan da gecenin içinden çıkıp gelen ve sürekli şifrelenerek gösterilmek zorunda kalan bu yaratıklardır. Tıpkı Michael Jackson'ın dans eden zombileri gibi... Bir kuşağın demir gibi, proleter bir ifadeyle "balyoz gibi" arzuları, onları söndürmeye çalışan iktidarlara karşın kendilerine bir kap hep buldular ve hep yaşadılar. Bunu da bilhassa, 80'lerin popu yaptı.

Hiç yorum yok: