26 Ağustos 2009 Çarşamba

Jessica Biel bir post-rock grubu olsa, hangisi olurdu?



Ne bayağı bir giriş ama değil mi? Lakin Jessica Biel örneğinden yola çıkarak daha bir çok türev “isim” ile müzik grupları arasında korelasyon kurabiliriz gibi geliyor bana. Mantık basit, ve bu yüzden açıklamak için (okuduğum bir haberin de teşvikiyle) fazla zaman kaybetmeden başlıyorum.

Her Perşembe günü olduğu gibi yine “Fatih Özgüven ne izlemiş, ne demiş bakayım” arzusuyla namı sabit Radikal gazetesinin web sitesine girdim. Murat Yetkin hayranı olmadığım, “Perihan gitti bu gazete bitti mon diue,” demediğim, dandirik kitap eklerinin hastası olmadığım ve Semih Gümüş’ü twitter’da takip edesim gelmemesi münasebetiyle bu gazeteyi almıyorum. Avantadan okumak daha tatlı geliyor. O yüzden gazetenin web sitesine girip dev romancı Ayça Şen’in fotoğrafıyla karşılaştıktan sonra sinir olaraktan tam Fatih Özgüven’in yazısına yöneliyordum ki, ne göreyim… Ne göreyim? Müthiş bir haber. Hem de haber fotoğrafındaki hatun bikinili, tıklayın öyleyse diğer çıplak fotoğrafları için linke! ki o hatunun adı yazıya başlığını veren ad oluyor.


Haberi aynen aktarıyorum (soldaki kalıba da hastayım).

“Antivirüs yazılım şirketi McAfee’nin raporuna göre, 27 yaşındaki Biel ile ilgili arama yapan her 5 kişiden biri, bilgisayarını çökertecek bir siteye yönlendiriliyor.”

Haberi okuduktan sonra %20 şansımı zorladım mı, örnek uzayda benzersiz bir kum tanesi mi oldum, bunlar hep bir sır olarak kalacak. Lakin haber metnindeki “27 yaşındaki” ibaresinin neye niyet neye kısmet olduğu hususunda kafam inanılmaz derece muğlak fikirlerle dolu. Bu saçma haberle ilgili ne söylenebilir? McAffe’nin muazzam piyasa araştırmasına mı güleyim, yoksa McAffe’nin müşterilerine “sakin olursanız bizim ürünlerimize tonla para saymanıza gerek kalmaz,” demesine mi yarılayım, açıkçası pek bilemedim. O yüzden haberin verdiği esine geri dönelim, haberin temel dinamiklerine ve haberin haber olma gerekçesinin basit neden-sonuç ilişkisine bir göz atalım. Oradan post-rock’a ve yazıya gerçek adını veren gruba da, kısmet ise varacağız.

Haberin esas kızı Jessica Biel. Haberdeki şişman ve gözlüklü kurban ise, Jessica Biel fotoğrafı peşinde koşarken başka sitelere yönlendirilip talihsiz bir istatistikte veri olan adam. (Adam diyorum, sanmayın cinsiyetçilik falan yapıyorum. Hatunların ihmal edilecek kadar az bu “yahşi” istatistiğe katkıda bulunduklarını düşünüyorum.) Her şeyi başlatan kıvılcım: libidinal dalgalanmalar, belki yaz sıcaklarının etkisi ve pek tabii Aşkın Metafiziği’nin önemli unsurlarından olan ideal estetik ölçüler. Senaryonun düğümü de bu. Aşılması zor bir düğüm.

Formüle edersek: f(Jessica Biel)= McAffe(0.20) 

Yanisi, ava giden avlanır beyler. 20’li yaşlarının ortasındaki, doğma büyüme Krakozhia’nın başkenti Krakozhialı (merkez) bir delikanlı, 7th Heaven adlı masum diziyi, devlet televizyonu olan Krako TV’de izlerken hep iç geçirip, bir gün güzeller güzeli Jessica Biel’in harika bir aktris olup her erkeğin yüreğini yakacağını fark eder. Bu, kendisi adına büyük bir keşiftir. Annesiyle filan da duruma dair düşüncelerini kiril alfabesinin köşeli harfleri yardımıyla paylaşır, fikir aktarımında bulunur. Annesi için Krakozhialı kızlar her zaman daha güzeldir ama bu kızın da hakkını yememek gerekir hakikaten (Krakozhiaca nepostülavski). Krakozhialı kızlar da güzeldir pek tabii ama bıçkın delikanlımız biraz erişilmezlerin ve erişilmezliğin peşindedir; her genç insan kadar, her kendini önemli sanmaya meyilli bireyin yapabildiğince. 

Evet, elde bunlar var, ihmal etmeyin sakın ve işlemin sonunda ulaşacağımız vaat edilmiş post-rock topraklarına boca edin hepsini. Öyleyse devam!

7th Heaven gibi mazbut bir aile dizisinden (Krakozhia devlet televizyonu her zaman vatandaşlarının ahlakından kendisini sorumlu hisseder!) ayrılıp, Krakozhialı delikanlının dehşet vizyonuyla hissettiği doğrultuda gidebilmek için bir dergiye soyunan Jessica Biel, bir süre sonra maksadına ulaşır ve 7th Heaven olur 6th Heaven. Artık diziyi izlemeye gerek yoktur. Jessica yuvadan uçmuş, daha manidar topraklara yelken açmış, dümeni kırmıştır. Bundan sonra Jessica başrolden aşağı rol kabul etmez, Justine olacaksa illa Timberlake’inden olmalı, inatlarına gark olmuştur. Öyleyse 7th Heaven’ın 6th Heaven olmasıyla yayından kaldırıldığından haberdar olan ya da olmayan Krakozhialı tüm delikanlılar için google’a girip arama yapma vaktidir artık. Pek tabii Krakozhia’daki google yasağını aşabilmek için önce hidemyass.com gibi bir siteye öncelikle kapağı atmak şartıyla.

Ötesi malumunuz. Krakozhialı şanslı delikanlılar’ın %80lik kısmı, geriye kalanlar ise lanetin McAffe Pazar Araştırmaları Departmanının (MPAD) dolaplarından birindeki tozlu raflara… Denklem tıkır tıkır işliyor velhasıl: f(Jessica Biel)= McAffe(0.20).

Benim hikayem biraz farklı. Çıkarın şimdi cebinizdeki Jessica Biel ve McAffe verilerini. Boca edin az sonra anlatacaklarımın içine. Benim Jessica Bielim, Caspian adlı, 2003 yılında Amerika Massachusetts’de kurulan ve ilk LP’leri The Four Trees ile gönlümü çalan grup. The Four Trees albümündeki Crawlspace, benim 7th Heaven’ım. Caspian ile ilk karşılaşma nedenim. Onlara ilk kez kulak misafiri oluşum. Ve google’ı açıp, çok şükür Krakozhia’dakinden (ne kadar kızları güzel olsa da özgürlük her şeydir!) rahat biçimde hidemyass.com türevlerine uğramadan, artık depresif post-rock camiasında “star olmuş gidiyorsun,” diyerek arkasından içlendiğim Caspian hakkında arama yapmamın ilk gerekçesi. 

7 dakika 38 saniye ve kalbim durmak üzereyken göz yaşlarım… Yok tabi böyle bir şey. Ama The Four Trees hakikaten, eğer ağaçlarla albümleri puanlandıran ve maksimum puanı 4 ağaç olan bir iste olsaydı, sitenin yazarları tarafından adının hakkını veren bir albüm olarak değerlendirilebilirdi gönül ferahlığıyla. Uzman görüşü ya da bilirkişi raporu değil tabii sözlerim, sadece 10 Nisan 2007’de çıkan The Four Trees’i severek, üstelik defalarca dinlemiş birinin samimi sözleri benimkiler. (Haksızlık olmasın, ben aynı albümdeki Moksha isimi parçayı da çok severim, ama ilk göz ağrım belli işte, ne yapayım? –bunu söylemesem olmazdı.)

Arama sonuçlarımın, masum duygularla tesadüfen dinlediği bir grubun gelecekte iyi işler yapacağını düşünerek takipçisi olan bir müzikal libido sahibi olan ve bir mütefekkir gibi şu uzunca yazıyı kaleme alan beni, Jessica Biel’e değil de, pardon, izini sürdüğüm yeni Caspian albümü Tertia’ya değil de, Hazar denizinden çok uzaktaki başka sularda yer alan The Three Trees’e yönlendireceğini nereden bilebilirdim?

Bilemedim işte. Ben de %20lik talihsiz örnek uzay mensuplarından biri oldum çıktım. Tertia’nın bir kendini tekrar ve post-rock dininin zorunluluklarını yerine getirme gösterisi olduğunu keşfetmeye mecbur bırakıldım. Biraz Malacoda’yı sevdim, çokça Of Foam and Wave’e gitti elim ister istemez, biraz da Ghosts of the Garden City hangi kıtadadır merak ettim. Ama en çok Tertia sanılan, fakat aslında bir elmasını haşarı ve obur çocukların araklaması yüzünden yitirmiş verimli bir ağaç olan albümün kartonetine bakıp durdum ben. Pas, kir, hava delikleri (?) bana uzun zaman önce tesadüfen keşfettiğim gizli bahçeye dalan ve biricik keşfimi ikincil bir statüye mecbur eden hergeleler yüzünden yitirdiğim elmayı hatırlattığından mıdır artık, bilemedim.

1 yorum:

fozguven dedi ki...

e fatih ozguven ne yazmis megerse?